Sayfalar

31 Ocak 2013 Perşembe

AYKUT KOCAMAN MI, FATİH TERİM Mİ?




Ne kadar çok günlük yaşıyoruz.

Her şey dahil otellerde bile “her şeyi” kullanamazken

Normal hayatta her şeye dahil olmayı seviyoruz.

Her konuda konuşuyor, her konuda fikir beyan ediyoruz..

Oysa ne gündem oluşturabiliyoruz, ne gündemi değiştirebiliyoruz.

Siyaset ya da medyadan birileri gündem belirliyor, biz de bir-iki hafta onu

konuşuyoruz.

Sen konuşmak istemesen bile çevrenden birileri konuyu getiriyor ve sen de bu

gündelik gevezeliklere bir köşesinden ilişiyorsun.

Çoğu konuların bizimle doğrudan ya da dolaylı, hiçbir ilgisi yokken üstelik.

Günlük yaşıyor, günlük konuşuyor, günlük tüketiyoruz…

“Şimdi şu konu örneğin” diye bir örnek göstersem, konu daha net anlaşılacak ama

“O” sözden çok, “o” sözü söyleyen üzerinden bu yazının altına

“ama o da” diye sayısız fikir belirtileceğini bildiğim için, o işe girmiyorum bile!..

Üzülerek belirtiyorum;

Bizim, konuların çoğunda bilgimiz yok ama fikrimiz çok.

Bu yüzden de planlarımız anlık, programlarımız günlük işte.

Siyasete bakışımız öyle, spora bakışımız öyle, ekonomiye-dünyaya bakışımız öyle.

5 sene 10 sene hatta 20 sene sonrası için hesap yapmıyor, hesap sormuyoruz.

Sadece trafikten bir örnekle…

20 sene önce garajsız bina olmayacak, otoparksız apartman-site kalmayacak diye

bir kez sokağa dökülseydik ve günlük siyasetten, ufuklu bir siyasete yönlendirseydik

algıları, bugün yaşadığımız, bu rezil park sorununu yaşamıyor olacaktık.

En acil durumlarda “tüm ilkelliğimizle” niye geç geldi diye itfaiye-ambulans

araçlarını tekmeleyecek, şoförünü tartaklamayacaktık mesela.

Mesela trafik konusunda güçlü yaptırımlarla, koyduğumuz kuralları ‘sıfır esneklikle’

koruyup işletebilseydik, bugün trafikte bu kadar can ve mal kaybı yaşamıyor, bu

kadar ucuz ölmüyor-ölünmüyor, arabadan bu kadar rahat inip belde tabanca elde

bıçak, sokak ortasında birileri birilerini bu kadar kolay ‘ıslah’ ediyor olmayacaktı.

Ama diyorsanız ki onları da mı biz düşüneceğiz bu kadar siyasetçi-gazeteci varken?

Ve hiçbir rahatsızlık vermiyorsa bu gündelik gevezelikler size ve hatta çok da

yorulmuşsanız, kaçmak istiyorsanız bu tür sorumluluk isteyen işlerden !..

Seneye sizi de bekleriz o zaman o ‘şirincecik’ ilçemize

21 Aralık ‘Maya’sal Egemenlik ve Malak Bayramı için, hava değişikliği olur,

İyi gelir belki de…

Başlıkla konu ne alaka mı ?

10 sene sonra anlarsın az bekle…

kaynak: http://bedirhangokce.com/

Çivisi Kaçlıktı Bu Dünyanın?







“Dünya iyice çekilmez oldu”
“Çivisi çıktı bu dünyanın”
“Yaşanmaz oldu bu dünyada”
“İğrenç bu dünya”
“Nefret ediyorum bu dünyadan”
Ne kadar çok söz sıralarız böyle değil mi?
İçimizin nefretini kustuğumuz, ne çok söz…

Peki bu kadar kötü, bu kadar iğrenç mi bu dünya… ?
Bakalım;
Deniz yerli yerinde, okyanus yerli yerinde eğer dokunmazsan balık yerli yerinde, mercan yerli yerinde, yetmedi dal git derinliklere renkler yerli yerinde, sanat yerli yerinde, uyum yerli yerinde…

Çık denizden bak ormana şimdi;
Ve çirkin olan bir şey göster bana
Buraya bu çam ağacı olmamış de mesela, şu gürgen şurda olmalıydı de…
Yeşilin bin bir tonunun birbirine karıştığı o ahengi bozan tek bir ağaç göster ya da.
Bin bir çeşit hayvanın yaşadığı ortamda bir kötü koku bul ya da ormanın kendi uğultusu içinde, çirkin bir ses duyur bana.

Hepsi ahenk içinde, burnuna gelen kokusu, kulağına gelen sesi, seni içine çeken havası ve renklerin harmonisi ile, şu şuraya olmamış de, bir şey bul bana…

Hadi gidelim vahşi dediğimiz doğaya.
Bu hayvan burada yaşamamalıydı de, kaplan bu sıcakta buraya olmamış, bu çakalların ne işi olur, bu gergedan şurada yaşamalıydı de…
Tüketilen bir avdan, geride bir şey göster hadi;
Ortada kalsın ve kokmuş olsun “leş gibi” mesela…
Göze çarpan o vahşi güzellikte bir şey bul bana…

Çöle inelim istersen;
Bu ağaç bu sıcakta nasıl olur de, bu kum fırtınasında bu hayvan nasıl yol alır, günlerce aç susuz nasıl kalır de…
Bu fırtına buraya olmamış, şu tepe buraya değil, şuraya yapılmalıydı de…
Hiç uzatmayalım kaldır kafanı gökyüzüne hangi kuş gereksiz onu söyle, ya da çirkin, ya da kötü ya da pis.
Her gece yüzlercesi tepemizde sabaha kadar uçuyor ve bizi uyutmuyor de…
Anladın değil mi?

Deniz yerli yerinde, dağlar yerli yerinde, çöller yerli yerinde, kuş böcek, kaplan kuzu hepsi ahenk içinde…
Çirkin olan ne peki şimdi? İğrenç olan ne?
Çivisi çıkan kim, kötü olan ne?
Şu kadarını bil ey insanoğlu insan;
Senin elinin değmediği her yer ve her şey yerli yerinde…
Çöle çöp atan hayvan yok,

Orman da kornaya basarak gürültü eden hayvan yok
Kutuplarda, “derisi bozulmadan alınmalı bunun derisi iyi para”  diye “canice” kafasına vura vura öldüren hayvan yok.
Bu boğa kırmızıya deli olur, söyleyin kırmızı kuşlar bunu deli etsin, üstüne ağaçkakanlar da bu boğayı tepeden delik deşik etsin biz de köşede keyifle seyredelim diyen havyan yok.

Dağın başında zayıfı ezen, diğerinin yuvasını bozan, gözüne kestirdiğine tecavüz eden ayı yok.
Anne kuşları öldürerek, geride yuvaların da yavrularını ağzı açık bağırttıran leş kuşları yok.
Denizlerde; “buranın manzarası güzel, buraya çörekleneyim ben” diyen  köpek balıkları yok…
Daha uzatmama gerek var mı?
İnsan eli değmedik yerlerde bir sorun var mı?
Şimdi söyle bakalım…

Aldatan, çalan, öldüren, yıkan, kıran, vuran, bağıran, hak yiyen, hukuk tanımayan, kitaba uymayanı kitabına uyduran sen…
Kötü olan, çivisi çıkan, iğrenç olan dünya öyle mi?
Peki türküsüne yandığım “yalan dünya” fani de,
Sen misin baki?…

28 Ocak 2013 Pazartesi

ARASH feat Helena- Broken Angel



                                 ARASH feat Helena- Broken Angel

(kırık melek...)


KALKINMA DEDİĞİN BUDUR...




bin kişi bir kişiyi kaldırmalı
güçü yeten güçsüzü yıldırmalı
yarını düşünen bugün çıldırmalı

bir hayal olmalı gitgide huzur
kalkınma dediğin budur
***
işsizlik artmalı günden güne
kibrit suyu dökmeli ucuzluğun köküne
konmalı her maddeye zam zam üstüne

saadeti arayan keder bulur
kalkınma dediğin budur
***
hükümet buhranı uzun sürmeli
mebuslar birbirine girmeli
en iyisi her şeye boş vermeli

dilde bin türlü yalan elde çamur
kalkınma dediğin budur
***
eşkıya adam kaldırmalı dağa
kaymakam değiştirmeli iki üç ağa
tenkitler yayılmalı kulaktan kulağa

her şeye karışma yerinde otur
kalkınma dediğin budur
***
bilgiyi kolayca yenmeli cehalet
çökmeli her gövdeye rehavet
çalışmaya didinmeye ne hacet

gemiçiğini yürüten kaptan olur
kalkınma dediğin budur
***
her kafadan ayrı bir ses çıkmalı
amerikan yardımı nehir olup akmalı
bir yandan vatandaşlar kemerini sıkmalı

hiç kimse bulmasın hükümette kusur
kalkınma dediğin budur...

27 Ocak 2013 Pazar

( DÜŞÜNDÜREN SÖZLER )Doğruysan kimse hatırlamaz, yanlışsan kimse unutmaz...




Kral da, dilenci de aynı iştahla acıkırlar. 
Montaigne 

Öyle alçak bir kapıdır ki açlık, geçilmesi zaruri oldu mu, insan artık ne kadar büyükse, o kadar çok eğilir. 
Victor Hugo 

Yeryüzünde hiçbir gıda açlık kadar lezzetli değildir 
Cervantes

ADALET
Adaletin hakim olduğu yerde silahın yeri yoktur. 
Amyot 

Kuvvete dayanmayan adelet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir. 
Pascal 

ADİL OLMAK
İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır. 
Victor Hugo 

AFFETMEK
Bir düşmanı affetmek, bir dostu affetmekten daha kolaydır. 
Mme Dorothe Delusy 

Başkalarını sık sık affedin, ama kendinizi asla. 
Publilius Syrus 

AĞLAMAK
Beraber ağlamaktaki tatlılık kadar hiçbirşey

26 Ocak 2013 Cumartesi

HAYATIN ORTAĞI OLMAK...



Günümüzün “ergen dünyası”nı, bu dünyada geçerli olan “ergen kültürü”nü anlamaya çalışıyoruz. Çünkü bu yeni oluşumu anlayamazsak “günümüz ergenleri” ile erişkinler arasındaki uzaklık daha da artacaktır.
Yeni ergen kültürünün özellikleri içerisindeki

“hedef seçememe”,
“geleceği planlayamama”
“sorumluluk almak istememe”,
“kendini hiçbir şeye zorunlu saymadan çevresini her şeye zorunlu sayma”,
“çaba harcamadan elde etmek isteme” gibi özellikleri nasıl açıklayacağız?
En önemli etkenler arasında “sahip olma, elde etme ve kullanma” ile bunları yapabilmek için “çalışmak ve kazanmak gereği” arasındaki bağı kopartan “tüketim toplumu ideolojisi”dir.
Bu ideoloji, henüz çalışmayan ve kazanmayan gençlere

“kredi kartı vermekte”

“cep telefonları olmasını normal olduğunu” söylemekte,
“otomobil kullanarak özgürleşmeyi” önermektedir.

Gençler de bütün bunlar için yıllarca beklemek yerine bütün bunları sağlamanın anne-babanın görevi olduğunu düşünmekte, bunların “kendi hakları” olduğunu öne sürmektedirler.

Bizim yaşam kültürümüzün iki özelliği de “tüketim toplumunun ideolojisi” ile buluşmaktadır. “çocukların aşırı korunmasının ailenin görevi” olduğuna yaygın tutum ile “çocuklarla gurur duyma isteği”

Bu iki özellik de, çocukların “yaşam standartları”na ailelerin -kimi zaman ekonomilerinin üstüne de çıksa- destek vermelerini sağlayan bir tutum yaratmaktadır.
Anne babaların şu sözlerini çok sık duyuyoruz:
- Biz (ya da ben) çocuklarımız için yaşıyoruz.
- Ne yapıyorsak onlar için yapıyoruz.

- Biz çok sıkıntı çektik, onların bu sıkıntıları çekmesini istemiyoruz.
- İlerde hayatın birçok haliyle karşılaşacaklar, bari şimdi mutlu olsunlar.
- Mutlu bir çocukluk dönemleri olsun.

- Biz gençliğimizi yaşamadık, bari onlar doya doya yaşasınlar.
- Bizim yapamadıklarımızı onların yapması bizi memnun ediyor.
- Her şeyleri var, neden çalışmadıklarını anlayamıyorum.

- Hiç sıkıntıya gelmiyorlar, istedikleri hemen olsun istiyorlar.
- Her istediklerini yapıyoruz ama o bizim ne istediğimize aldırmıyor bile.
- Çok iyi çocuktur ama arkadaşlarına uyuyor.

- Aklına hiç kötülük getirmez, ne söylense inanır.
- Böyle giderse nasıl yapacak bilmiyorum.
Bu sözlerin hepsi de birbiriyle bağlantılıdır. Bu sözlerin oluşturduğu merdiven basamak basamak çıkılmaktadır. Sonuçta erişilen yer de hiç kimsenin düşünmediği, hiç kimsenin istemediği bir yer olmaktadır.

Neden?
Çocuklarımızı hayatımızın ortağı değil, refahımızın ortağı yapıyoruz da ondan.
Neden “hayatlarınızı çocuklarınıza adıyorsunuz?”
Neden çocuklarınız için yaşıyorsunuz?

Neden çocuklarınıza istemedikleri şeyleri vermek için bunca çaba harcıyorsunuz?
Neden çocuklarınıza hak etmedikleri şeyleri elde etmeleri için yükümlülük duyuyorsunuz?
Neden çocuklarınıza sorumluluk vermiyorsunuz? Şimdi almıyorlar çünkü sorumluluk vermekte çok geç kaldınız.

Neden çocuklarımızı yaptıkları yanlışların sonuçlarıyla karşılaştırmıyorsunuz?
Bu durumda çocuklar ve gençler “ailelerin onları her koşulda koruyacaklarını” biliyor.
Çocuklar ve gençler kendileri hiçbir şey yapmasalar da ailelerin onlar için her şeyi yapacaklarını öğreniyor. Çocuklar ve gençler geleceklerinin aileleri tarafından hazırlanacağına güveniyor. Onun için de kendine güvenmiyor, sorumluluk almıyor, kendisini hiçbir şey için zorlama gereği duymuyor.

Yapılması gerekenler yapılmaz, yapılmaması gerekenler yapılırsa sonuçlara neden şaşmalı?
Lütfen biraz düşünür müsünüz?

Bu yazı Erdal Atabek’e aittir, noktasına virgülüne dokunmadan sizinle paylaştım
Bence siz de çevrenizle paylaşın…
Çünkü;

Bu dönem Türkiyesinin en önemli problemidir bu konu ve eğer tedbir alınmazsa ülkemizi gelecekte temsil edecek çocuklarımız; “çok iyi eğitim almış ama kişiliği oturmamış sümsükler topluluğu” olarak tarihte yerini alacaktır ve vebali de sadece yetiştirenlerin boynuna olacaktır...
SAYGILARIMLA...

DÖRT(4) TARAFIM YALAN...

...
Boşluk içinde bol olan yok olan 
Paranın denizinde kulaç atan 
Çöp çatan 

Televizyonlarda donuna kadar soyunan 
Kritik para politik sultan 
Manken kimliğini kapatan 
Sanatçı sıfatıyla kandıran 

Kalkan parmaklara söz hakkı vermeyen ukala komutan 
Anlayışında mikropolitik ahkam kesen sazan 
Reyting canavarını toplum ahlakının üzerine çıkaran hayvan 
Gözleri uyumuş millet kör bakan 
Her boka kanan 
Serseri kesimi altın koltuğa oturtan 
Kendini kandıran 

Vatan toprağına ihanet edenleri pof pof'layan 
Dört duvar arasında insanları ölüme bırakan şeytan 
Ölüm seyri yapan sekiz metre karelik mekan 
Öğretim harcını haraç olarak gören sayın dekan 
Eğitimi parasız haram sayan yoo sayın başkan 
Yalanı dolanı kendine iş güç seçmiş bunca insan 
Eziyetlerden habersiz bugün doğan binlerce can 


Dört tarafım yalan 
Çepe çevre dolan
kos koca mekan 
Sele serpe insan 
Unutulmuş yüzlerce soru cevaplanamayan 
körükörüne inanan sorgulamayan(lar)


Kültürü para için kullanan 
Milyar dağıtan yarışmalar 
Milyarlara kapılıp götüren gösteriş amacı güderek'ten çıkarıp ortaya koyan insancıklar 
Vizyondaki magandalar 
Öğrenmesine saçma sapan konuları ezberleterek öğretmeye çalışan hocalar 
Tarihi saçmalayan saçma sapan konulara bağlayan 
Politika yapan şahıslar 
(Atatürk'ün kişiliğine kürf edip ardından milleti sömüren politikacılar )
İlkel yaşamı 2001 de ülkemde uygulamaya çalışanlar 
Utanmasalar kelle kafa koparacaklar 
Mikrofonu eline alarak duyguları sömüren vaat'ler veren 
İçinden bir bok yaptım diyen,gerilen şaklabanlar...!

25 Ocak 2013 Cuma

TÜRK USULÜ ÖĞRENCİ ...


Mümin SEKMAN'ın ülkemizdeki başarı kültürü ve başarıya insanlarımızın bakış açısını anlattığı kitabı "Türk Usulü Başarı"'dan esinlenerek "Türk Usulü Öğrenci" okula ve başarıya bakış açısını anlatmaya çalıştım. 






Türk Usulü Öğrencinin özellikleri: 




Türk usulü öğrenci, nasıl başarılı olacağını merak etmez, araştırmaz,



Türk usulü öğrenci, derslerinde nasıl başarılı olduğunun farkında değildir,



Türk usulü öğrenci, için önemli olan öğrenmek değil sınıfı kör topal bitirmektir,



Türk usulü öğrenci, okuldaki öğrendiği bilgileri davranışa dönüştürmez,



Türk usulü öğrenci, davranışlarını öğrendikleriyle özdeşleştirmeye çalışır,



Türk usulü öğrenci, karnedeki kırık notları; "zayıfsız karne duvaksız geline benzer" sözüyle olumlu görmeye çalışır,



Türk usulü öğrenci, için dersin önemi ÖSS sınavında çıkıp çıkmamasına bağlıdır,



Türk usulü öğrenci, mükemmelidir, öğretmen ise hiçbir konuda bilgiyi doğru aktaramamaktadır,



Türk usulü öğrenci, için önemli olan üniversite hedefi değil, aldığı puana göre bir üniversiteye kapak atabilmesidir,



Türk usulü öğrenci, okul mezunu değil dershane mezunu olmayı hayal eder,



Türk usulü öğrenci, için liseler ÖSS sınavı için gerekli bir belgeyi sağlar, o da diplomadır.



Türk usulü öğrenci, için dershane onu üniversiteye hazırlayan kurumdur,



Türk usulü öğrenci, teorik bilgi edinmeden pratik bilgiye yönelir,



Türk usulü öğrenci, sınavlar sayesinde bilip bilmediğini öğrenmeyi değil, geçer not almayı düşünür,



Türk usulü öğrenci, derste not tutmayı bilmez. Sadece öğretmenin yaz dediklerini yazar.



Türk usulü öğrenci, geleceği değil bugünü kurtarmaya çalışır,



Türk usulü öğrenci, öğretmenine pasta börek getirerek başarılı olacağını zanneder,



Türk usulü öğrenci, beden eğitimi dersini isminde belirtildiği şekilde değil, futbol oynama dersi olarak görür,



Türk usulü öğrenci, alan seçiminde ilgi, yetenek ve hedefini dikkate almaz,



?Türk usulü öğrenci, fen alnını zor (çalışkan öğrenciler okur), sözel alanı kolay (tembel öğrenciler okur), Türkçe matematik alanını normal (eh iştelik öğrenciler okur)olarak görür.



Türk usulü öğrenci, hiç anlamasa ve de hiç sevmese de fen alanına yönelmek ister. 



Türk usulü öğrenci, fen alanın yönelen herkesin, doktor, eczacı v.b. olacağını zanneder,



Türk usulü öğrenci, kütüphaneyi nasıl kullanacağını ve hatta kütüphanenin ne olduğunu bilmez,



Türk usulü öğrenci, yazılıdan kırık not aldığında öğretmeni vermiştir, iyi not aldıysa kendisi almıştır,



Türk usulü öğrenci, kitap okumayı lüzumsuz bir iş gibi görür. Ara sıra sadece ders kitabı okur,



Türk usulü öğrenci, kitaba verilen parayı lüzumsuz olarak görür. Atari salonlarında harcanan para ve zaman ise doğru yerlerde kullanılmıştır.



Türk usulü öğrenci, kabadayı, cesaret, aşk içeren dizilere bayılır. Önemli bir belgeseli ise sıkıcı bulur,



Türk usulü öğrenci, üniversiteye girmeyi sadece hayal eder, hedef olarak seçip hareket geçmez (harekete geçenler ise zaten üniversiteyi kazanmış kişilerdir),



Türk usulü öğrenci, yıllık ödevi bile sadece bir günde yapıp öğretmene teslim eder,



Türk usulü öğrenci, derste soru sormaktan ve kendisine soru sorulmasından hoşlanmaz,



Türk usulü öğrenci, eğitilmeyi değil öğretilmeyi ister,



Türk usulü öğrenci, her şeyi kendisine yasaklanmış olarak algılar ve aşağıdaki şiir gibi bir çok şiiri söyler, kabul eder. İç iletişimle böylece kendisini olumsuz olarak programlar,



" derste konuşmak yasak,

ağzımıza bant mı yapıştırsak ?
sınıfta yemek yemek yasak,
midemize kilit mi taksak ?
sınıfta kalmak yasak,
okuyup inek mi olsak ?
saati sormak yasak,
derste sıkıntıdan mı patlasak?
O yasak, bu yasak,
Vallahi arkadaşlar,
Şu okuldan bir mezun olsak..."
kurtulsak...




HER ŞEYİN DAHA İYİ ANLATILABİLECEĞİ BİR YOL VARDIR...



NewYork''ta, Brooklyn Köprüsü üzerinde dilenen kör bir dilenci bir gün, bir 
şairin dikkatini çeker.

Dilencinin boynunda asılı bir tabela vardır. Şair, dilenciye günlük 
kazancının ne kadar olduğunu sorar.

Dilenci de sekiz dolar kadar olduğunu söyler.

Bunun üzerine şair, dilencinin boynuna asılı tabelayı ters çevirerek 
birşeyler yazar; ''Şimdi buraya senin kazancını arttıracak bir şeyler 
karaladım. Bir hafta sonra yanına geldiğimde bana sonucu söylersin'' der ve 
oradan ayrılır.

Şair, bir hafta sonra dilencinin yanına uğrayıp kendini tanıtınca dilenci;

'' Bayım size ne kadar teşekkür etsem azdır. Bir haftada kazancım ikiye 
katlandı. Çok merak ediyorum tabelaya neler yazdınız?''
Bunu üzerine şair gülümser ve: Tabelada "Doğuştan körüm, yardım edin" 
yazıyordu.

Bense "Bahar gelecek, ama ben yine göremeyeceğim diye yazdım" der.


Not:Önemli olan, anlatılmak istenen şeyi en iyi şekilde anlatmak olduğuna göre, 
her şeyin daha iyi anlatılabileceği bir yol vardır.
Yeter ki onu bulmaya, uygulamaya ve ufkumuzu bu doğrultuda genişletmeye 
uğraşalım...

24 Ocak 2013 Perşembe

EVLENMEDEN ÖNCE SORULMASI GEREKEN SORULAR...





1- Evlilik konsepti sence nedir?

2- Evlilikten beklentilerin nedir?

3- Eşinde hangi özelliklerin olmasını istersin?

4- Eşinde hangi özelliklerin olmamasını istersin?

5- Eğer arkadaşlarına seni tek bir kelime ile anlatmalarını isteseydim cevapları ne olurdu? 






6- En yakın 3 arkadaşını bana anlatabilir misin? Mesela nerede ve neden tanıştın, neler 
paylaşırsınız, onlarda en sevdiğin huylar nelerdir, ne sıklıkla görüşürsünüz...

7- Sabah namazı için zamanında uyanabiliyor musun?

8- Aile bireyleri ile arandaki ilişki nasıldır?

9- Eşinin senin ailen ile olan ilişkisinin nasıl olmasını istersin?

10- Senin eşinin ailesi ile olan ilişkinin nasıl olmasını istersin?

11- Diyelim ki eşinin ailesinde islamı benimsememiş bireyler var bunlara karşı hareketin nasıl olur?

12- Bir şey oldu ve ailem/veya kendi ailesi ile eşimin arası soğudu, ne yapardın?

13- 10 yıl içerisinde kendini nerede görüyorsun? Ulaşmak istediğin bir hedefin var mı?

14- Kendin hakkında en çok sevdiğin özelliğin nedir?

15- Kendin hakkında hoşuna gitmeyen özelliğin nedir?

16- Kur’an veya islami kitapları okumak hoşuna gider mi?

17- Okumayı genel olarak sever misin?

18- Okumuş olduğun bölümü/okulu severek mi okudun yoksa başka bişeyler mi yapmak isterdin?

19- Gününü nasıl geçirdiğini biraz detaylandırarak anlatır mısın?

20- Zamanının ne kadarını televizyon ile harcıyorun? Televizyon hakkındaki görüşün nedir?

21- Sünneti takip edebilyor musun?

22- İslam adına yaptığın birşeyin aslında sünnete uygun olmadığını öğrendiğinde hareketin ne olur?

23- Eğer günlük hayatında fazladan zamanın olsaydı bunu nasıl değerlendirmek isterdin?

24- İslam’ın senin hayatındaki önemi ve konumu nedir?

25- Bir evlilikte erkeğin ve hanımın rolleri nelerdir? Karı, kocasına itaat etmeli midir?

26- Seni neler sinirlendirir?

27- Sıkıntı, bunaltı ve sinir anında nasıl hareket edersin?

28- Karşı cinsten arkadaşların var mı? Var ise nasıl bir arkadaşlığa sahipsin?

29- Eğer eşin bu karşı cinsten olan arkadaşlarınla bir daha görüşmemeni isterse tepkin ne olur?
30- Boş zamanlarında neler yaparsın?

31- Eve misafir gelmesine nasıl bakarsın?

32- Eve misafirler geldiğinde eşinin nasıl hareket etmesini istersin?

33- Evlendikten sonra duygularını romantik kelimeler ile anlatacağını düşünür müsün?

34- Eğer birisi sana bir hata yaptı ise, nasıl af dilemesini istersin?
35- Sen nasıl af dilersin?

36- Birini affetmen için ne kadar zaman geçmelidir?

37- Sinirlendiğinde nasılsın dır?

38- Evliliğinde olan şeyleri hangi durumda etrafındakilere duyurmayı uygun görürsün?

39- Evliliğinde bir düzensizlik veya olumsuzluk olduğunda bunu nasıl çözmeyi düşünürsün?

40- Paranı nasıl harcarsın? Hiç para biriktirdiğin oldu mu? Bunu ne için yaptın?

41- Evlendikten sonra para harcaman da nelerin değişeceğini düşünüyorsun?

42- Kredi kartı kullanır mısın?  (%95)kullanıyordur :)

43- Bir ev almak için bankadan kredi çekme düşüncesine bakışın nedir?

44- Eşinden maddi olarak nasıl beklentilerin vardır?

45- Ev işlerinde bir anneye yardımcı olmak üzere bebek bakıcısı ve/veya yardımcı edinme hususunda düşüncen nedir?

46- Çocuk sahibi olmak istiyor musun? Hayır ise neden?

47- Evliliğinin ilk iki yılında çocuk sahibi olmak istiyor musun?

48- Çocuk büyütmenin en iyi yolu nedir?

49- Bir çocuğu disiplin etmenin en güzel yolu nedir?

50- Çocuğa vurma hakkında ne düşünüyorsun?


Not: 
Karşınızdakinde görmek istediğiniz bütün güzellik, iyilik, olgunluk,anlayış hallerini önce Kendinizde gerçekleştirmeye çalışmadıkça hiçbir şey istediğimiz gibi gitmeyecektir.
Aradığınız niteliklerde bir insan bulma gayretinden önce aranılan niteliklere sahip bir insan Olmayı gaye edinmeliyiz diye düşünüyorum.
Daha fazla soru tabi ki eklenebilir, veya çıkartılabilir
Ne düşünürsünüz orasını bilemem size kalmış artık :)

Selametle...



23 Ocak 2013 Çarşamba

HANGİ VİTAMİN NE İŞE YARAR?




Vitaminler enerji içermedikleri gibi vücudun yaşamı için önemli biyokimyasal olaylarda görev alırlar. Eksiklikleri kansızlık, görme bozukluğu, uykusuzluk gibi pek çok soruna yol açar. Memorial Etiler Tıp Merkezi Dahiliye Bölümü’nden Uz. Dr. Murat Görgülü vitamin eksikliğine bağlı olarak görülen rahatsızlıkları sorduk.

A Vitamini
Eksikliğinde özellikle gece körlüğüyle birlikte cilt, tırnak ve saçlarda problemler görülür. Bu problemlerin sizde görülmesini istemiyorsanız havuç, ıspanak, marul gibi yeşil yapraklı sebzelerle birlikte, portakal, erik gibi meyveleri de bol miktarda tüketmeniz de fayda var.

D Vitamini
Eksikliğinde çocuklarda “raşitizm” denilen ağır kemik gelişim bozukluğu, yetişkinlerde ise “osteomalazi” adı verilen kemik hastalıkları görülüyor. Süt, süt ürünleri ve balık tüketimi bu hastalıklarda uzak durmanızı sağlayacaktır.

E Vitamini
Kuruyemişlerde ve sıvı yağlarda bulunur. Antioksidan etkisi olduğundan kansızlık oranını minimuma düşürür.

K Vitamini
Yeşil sebzelerde, çayda ve karaciğerde, bir miktarda bağırsak bakterileri tarafından üretilir. Kimimize göre bu besinler çok lezzetli görünmeseler de kanın pıhtılaşmasında çok büyük rolleri var.

C Vitamini
Eksikliğinde diş eti hastalıkları, ciltte bozulma, yaraların geç kapanması gibi sorunlara çok sık rastlanıyor. Bunların başınıza gelmemesi için özellikle turunçgiller dediğimiz portakal, greyfurt, mandalina ve limonla birlikte yeşil sebzeler ve patates tüketilmeli.

B1 Vitamini
Yumurta ve karaciğerde bulunur. İştahsızlık, kas güçsüzlüğü ve cilt hastalıklarından uzak durmak istiyorsanız, yeterli miktarda B1 vitamini almalısınız.

B2 Vitamini
B2 vitaminiyle kansızlık, ağız kenarı yaraları, sinir hastalığı ve cilt hastalıklarından uzak durabilirsiniz. Tabi ki yeterince tahıl ürünleri, et ve karaciğer tükettiğiniz sürece.

B3 Vitamini
Et, balık ve kuruyemişte bulunur. Eksikliğinde “pallegra” denilen cilt ve sinir hastalığı görülür. Ayrıca sindirim bozukluklarına da sık rastlanır.

B5 Vitamini
Günlük hayatımızda yaşadığımız yorgunluk, kas ağrıları, güçsüzlük kalpte çarpıntı gibi rahatsızlıkları azaltıyor. Bunlarla beraber beslenme bozukluğu, kas erimesi, uykusuzluk, stres egzama ve alerji gibi cilt hastalıklarından kurtulmada önemli bir rolü var. Bu problemlerden kurtulmak için karaciğer, yumurta ve baklagilleri bol bol tüketmekte yarar var.

B6 Vitamini
Protein metabolizmasının temel vitaminidir. Et, sebze ve tahıllarda bulunur. Güçsüzlük, kansızlık ve kas ağrılarını azaltmanın yolu bu besinleri tüketmekten geçiyor.

B12 Vitamini
DNA metabolizmasının temel vitaminidir. Eksikliğinde kansızlık, sinir sisteminde bozulma, dengesizlik görülür. Kırmızı et ve karaciğerde bol miktarda bu vitamin vardır.

Folik Asit
Bir çeşit B vitaminidir. Yeşil sebzelerde, bira mayası, karaciğer ve yumurta da bulunur. Peki eksikliğinde ne mi olur? Kansızlık, halsizlik, kas ağrıları…

21 Ocak 2013 Pazartesi

"Güzel cevap her zaman daha güzel soruyu sorana verilir."


Soru Sormak Niçin Önemlidir?

Dünyaya doğduğumuz günden itibaren sürekli olarak çevremizi anlamaya çalışırız. Konuşmaya başlamamız ile birlikte ise çocukluğumuzdan itibaren sorular sormaya başlarız. Etrafımızdaki eşyalara dokunarak ne olduğunu sorarız, bilmediğimiz kelimelerin anlamlarını sorarız vs. Ancak belli bir yaşa gelmemiz ile birlikte bu soru sorma ihtiyacını ve heyecanını yavaş yavaş yitirerek hayatımızı bir robot gibi monoton bir halde sürdürmeye başlarız. Halbuki bu bizim yaratılışımıza ters bir durumdur. 

Yüce Sistemin bizden istediği, herhalde bu soru sorma heyecanını yitirmememizdir. Sürekli olarak, soru sormaya devam etmeli; evreni, yaratılışımızı, hayatın anlamını, görevlerimizi ve daha pek çok konuyu merak etmeliyiz. Soru sorduğumuz zaman mutlaka Sistemden bir şekilde bunun cevabını alırız. Bu sorular hem ruhsal hem de dünyasal yaşantımız ile ilgili olabilir. Sorularımızın kalitesi arttıkça, muhakkak hayatımızın kalitesi de artacak, bu bizlerde bir şuur gelişmesine de sebebiyet vereceğinden, varlığımız bir kademe daha yükselebilecektir.

 "Bazıları her şeyi olduğu gibi görür, "Niçin?" diye sorar. Ben hiç var olmamış şeyleri düşünürüm, "Neden olmasın?" diye sorarım."

GEORGE BERNARD SHAW

Şimdi sizi belki duyduğunuz belki hiç duymadığınız sorularla başbaşa bırakayım 
buyurun :)



1. Kaç yaşında olduğunuzu bilmeseniz kaç yaşında olurdunuz?

2. Başarısızlığa uğramak mı hiç denememek mi daha kötüdür?

3. Hayat o kadar kısaysa neden sevmediğimiz o kadar şeyi yapıyor ve yapmadığımız o kadar şeyi seviyoruz?

4. Her şey yapılıp söylendiğinde söyledikleriniz yaptıklarınızdan daha mı fazladır?

5. Dünya için değiştirmek istediğiniz en önemli şey nedir?

6. Mutluluk ulusal para birimi olsa nasıl bir çalışma sizi zengin ederdi?

7. İnandığınız şeyi mi yapıyorsunuz yoksa yaptığınız şeye alışmaya mı çalışıyorsunuz?

8. Ortalama insan ömrü 40 sene olsa hayatınızı farklı yaşar mıydınız?

9. Hayatınızın gidiş yönünü ne derece etkilediniz?

10. Bir şeyleri doğru yapma konusunda mı yoksa doğru şeyleri yapma konusunda mı daha endişelisiniz?

11. Asansör düğmesine birden fazla defa mı basıyorsunuz? Bunun asansörü daha hızlandırdığına mı inanıyorsunuz?

12. Endişelerle dolu bir dehâ mı yoksa neşeli ve basit bir insan mı olmayı tercih ederdiniz?

13. Neden siz sizsiniz?

14. Arkadaş olarak isteyeceğiniz türden bir arkadaş mısınız?

15. İyi bir arkadaşınızın uzaklara taşınması mı yoksa yakınlarınızda oturan iyi arkadaşınızla irtibatınızın kopması mı daha kötüdür?

16. En çok şükrettiğiniz şey nedir?

17. Eski anılarınızı kaybetmeyi mi yoksa asla yeni anılara sahip olamamayı mı tercih ederdiniz?

18. Gerçeğe kafa tutmadan onu bilmek mümkün müdür?

19. En büyük korkularınızdan gerçekleşen oldu mu?

20. Beş sene önce çok mutsuz olduğunuz zamanı anımsayabiliyor musunuz? Şimdi bu üzüldüğünüz şeye hâlâ üzülüyor musunuz?

21. Çocukluğunuzdan sizi en mutlu eden anınız nedir? Onu bu kadar özel kılan nedir?

22. Yakın geçmişinizde en son ne zaman tutku dolu ve canlı hissettiniz?

23. Şimdi değilse ne zaman?

24. Henüz istediğinizi başaramadıysanız kaybedecek neyiniz var?

25. Biriyle hiçbir şey konuşmadan hayatınızın en güzel konuşmasını yaptığınızı hissettiğiniz oldu mu?

26. Sevgiyi destekleyen dinler neden bu kadar çok savaşa neden oluyor?

27. Hiç şüphe duymadan iyi ve kötünün ne olduğunu bilmek mümkün müdür?

28. Şimdi birkaç trilyon kazanmış olsanız işinizi bırakır mıydınız?

29. Daha az işiniz olmasını mı yoksa zevk alabileceğiniz daha fazla işiniz olmasını mı tercih ederdiniz?

30. Bugünü daha önce yüz kere daha yaşamış gibi mi hissediyorsunuz?

31. En son ne zaman derinden inandığınız bir fikrin hafif ışığında kararlığa daldınız?

32. Tanıdığınız herkesin yarın öleceğini bilseniz bugün kimi ziyaret ederdiniz?

33. Son derece çekici ya da ünlü olmak için hayatınızın 10 senesini vermeyi ister miydiniz?

34. Hayatta olmak ve gerçekten yaşamak arasındaki fark nedir?

35. Ne zaman risk ve mükafatları hesap etmeyi bırakıp devam etmek ve doğru olduğunu bildiğin şeyleri yapmak gerekir?

36. Hatalarımızdan bir şeyler öğreniyorsak hata yapmaktan neden bu kadar korkarız?

37. Kimsenin sizi yargılamayacağını bilseniz neyi farklı yapardınız?

38. En son ne zaman kendi nefes alış sesinizi duydunuz?

39. Neleri seversiniz? Son zamanlardaki hareketleriniz bu sevgiyi açıkça gösterdi mi?

40. Bundan beş sene sonra dün ne yaptığınızı anımsayacak mısınız? Ya ondan önceki günü? Ve ondan öncesini?

41. Şu an bazı kararlar alınıyor. Soru şu: Bu kararları kendiniz için mi alıyorsunuz yoksa başkalarının sizin yerinize bu kararları almasına izin mi veriyorsunuz?

42. Saygı ve hayranlık duyduğunuz üç kişiyle öğle yemeği yiyorsunuz. Sizin arkadaşınız olduğunu bilmeden yakın bir arkadaşınızı eleştirmeye başlıyorlar. Bu eleştiri hoş değil ve haksız yere yapılıyor. Ne yaparsınız?

43. Yeni doğan bir bebeğe tek bir tavsiye verecek olsanız bu ne olurdu?

44. Sevdiğiniz birini kurtarabilmek için yasaları çiğner miydiniz?

45. İyice baktığınızda yaratıcılık gördüğünüz bir yerde delilik gördüğünüz de oldu mu?

46. Çoğu insandan farklı yaptığınızı bildiğiniz bir şey var mı?

47. Sizi mutlu eden şeyler nasıl oluyor da diğer herkesi mutlu etmiyor?

48. Gerçekten yapmak isteyip de yapmadığınız bir şey var mı? Varsa sizi tutan ne?

49. Aslında bırakmanız gereken bir şeylere mi tutunuyorsunuz?

50. Şu anda yaşadığınız ülke ya da şehirden başka bir yere gitmeniz gerekse nereye taşınırdınız ve neden?

Not: Sormadığımız zaman cevap alamayız. Yaşam, olgunluğumuzun sınırından bilinmezliğe açılan bir kapıdır. Bu kapıyı açabilmemiz, nitelikli sorularımıza alacağımız cevaplardan geçer.
Nitekim soran insan, inceleyen insan, araştıran insan, aydın insandır. 
Soru sormak öğrenmeye başlamanın ilk şartıdır.
Burada soru sormaktan bahsederken tabii ki "her soru kişiye ruhsal gelişim getirir" demek yanlış olur. bol sorunlu hayat yerine,bol sorulu hayat dilerim herkese
selametle...

20 Ocak 2013 Pazar

ESSAH'DAN ARİTMETİĞİ :) Bİ GÖZ ATIN DERİM...



...DAN ALINTI YAPILAN ARİTMETİK'LER 


AŞK ARİTMETİGİ
* Akıllı erkek + Akıllı kadın = aşk
* Akıllı erkek + Aptal kadın = ilişki
* Aptal erkek + Akıllı kadın = evlilik
* Aptal erkek + Aptal kadın = hamilelik

OFIS ARİTMETİGİ
* Akıllı patron + Akıllı eleman = kar
* Akıllı patron + Aptal eleman = üretim
* Aptal patron + Akıllı eleman = terfi
* Aptal patron + Aptal eleman = fazla mesai

ALISVERIS ARİTMETİGİ
* Bir erkek kendisine gerekli olan ürünü almak için 1 liralık ürüne 2 lira öder.
* Bir kadın kendisine gerekmeyen ürünü almak için 2 liralık ürüne 1 lira öder.

GENEL FORMÜLLER VE İSTATİSTİKİ VERİLER
* Bir kadının gelecek endişesi evlenene kadar sürer.
* Bir erkeğin gelecek endişesi evlenince başlar.
* Başarılı bir erkek eşinin harcayabileceğinden daha fazla geliri olandır.
* Başarılı bir kadın böyle bir erkeği evliliğe ikna edebilendir.

MUTLULUK
* Bir erkekle mutlu olabilmek için onu çok iyi anlamak ve az sevmek gerekir.
* Bir kadınla mutlu olabilmek için onu çok sevmek ve anlamaya çalısmamak gerekir.

UZUN YAŞAM
* Evli erkekler bekar erkeklerden daha uzun yaşar ama daha erken ölmek isterler.

DEĞİŞİM ORANI
* Bir kadın kocasınin değişeceği inancıyla evlenir ama erkek değişmez.
* Bir erkek karısının değişmeyeceği inancıyla evlenir ama kadın değişir.

TARTIŞMA TEKNIKLERI
* Kadın bir tartışmada her zaman son sözü söyler. Bu sözden sonra erkeğin söyleyeceği her şey yeni bir tartışma konusudur.



19 Ocak 2013 Cumartesi

YASAKLAR SEVİLİR Mİ? SEVECEKSİNİZ BU YASAKLARI...


KÜBA'DA YASAKLAR LİSTESİ



• Sömürücü ülkelerin bayraklarının yakılması yasak; çünkü onlar yöneticileri değil o ülkenin halklarını temsil ediyor. 

• Karalamacılardan dahi olsa birsinin ölümüne sevinmek yasak; çünkü ailesinin acısına saygı duyulur. 

• Birilerinin karşısında diz çökmek yasak. 

• Onuru kaybetmek yasak. 

• Gerçekten özgür olmanın gücünü kaybetmek yasak. 

• Tartışmasız bir kahraman olan Fidel Castro'nun heykelini yapmak veya adına anıtlar dikmek yasak. Ona tapmak yasak, o yaptığı işleri insanlığın çıkarı için yaptığını, kişisel olarak çıkar sağlamak veya yücelmek için yapmadığını söyler. 

• Zaten hak olan bir şey için yalvarmak, dilemek onu bir mükafat gibi görmek yasak. 

• Tarihsel düşmanların özel hayatından konuşmak. Bu sebeple meşhur “Clinton ve Monica Lewinsky” meselesi hakkında bir tek Kübalının bile konuştuğu duyulmadı. 

• Halkın iktidarına ve yaşayış şekline karşı işler çevirmek veya ona karşı çalışmak yasak. 

• Cehalet yasak. 

• Marjinallik yasak. 

• Kültürel yozlaşma yasak. 

• Çocukların kaderine terkedilmiş bir şekilde sokaklarda uyuması yasak. 

• Az sayıda zenginin çok varlığının olması ve çok sayıda insanın az varlığının olmasını oluşturacak durumlara devletin göz yumması yasak. 

• Dünya üzerinde herhangi bir yerde üniversite okuma şansı olmayan gençlerin, hayallerine ulaşmak için ne yapacağını bilmeden çaresiz kalması yasaktır bu yüzden ELAM (Latin Amerika Tıp Okulları) kurulmuştur. 

• Muayene ve ameliyat parası olanağından yoksun olduğu için doktora gitme imkanını kaybetmiş insanların olması. Bu sağlık alanındaki problemler sadece Kübalıların problemi olarak değerlendirilmesi kabul edilemez. Bu sadece Kübalıların problemi değildir dünyada yaşayan kadın erkek yoksul halkların problemidir (Küba'nın yaklaşık 30,000 doktoru dünyanın yoksul ülkelerinde hizmet vermektedir.) 

• Beslenmede yetersiz düzeyin varlığı yasak. 

• Çocuk ölümlerinin olması yasak. Dünyadaki Katolik kilisesinin, dünya üzerinde kurbanlar almaya devam eden, kondom kullanılarak kaçınılabilecek hastalıkların, okullarda ve gençlik çevrelerinde konuşulmasını ve bunun önlemlerinin uygulanmasını yüzsüzce engellemektedir. 

• Dayanışma eksikliği yasak. 

• Duyarsızlık yasak. 

• İnsanların topluma karşı sevgi ve saygı duymaması yasak. 

• Dayanışma ihtiyacı olanlarla dayanışma eksikliği yasak. 

• İki yüzlülük yasak. 

• Başkalarının alınteriyle birkaç kişinin zenginleşmesi yasak. 



Ve yasaklar listesi böyle devam edip gidiyor işte...

18 Ocak 2013 Cuma

Türkiye'de politika yapmak işte böyle bir şey:)



Her salı yapılan meclis grup toplantısı konuşmalarından bir örnek...
keyifli izlemeler :)




16 Ocak 2013 Çarşamba

Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır.







Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır.
Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadır.
Kartalın yaşı 40'a vardığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir.
Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.

Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartal burada iki seçimden birini yapmak zorundadır:
- Ya ölümü seçecektir,
- Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.

Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir.

Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar.
En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız.
Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan, geleneklerimizden ve anılarımızdan kurtulmak zorundayız.

Ancak geçmişin gereksiz safrasından kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.

National Geographic – ‘’ Kartallar ve İnsanlar ‘’

13 Ocak 2013 Pazar

Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Ölümü Üzerine Yabancı Ülkelerin Mesajları

keyifle okuyacağınızdan eminim...

Afganistan

Eski Afgan Kralı : Emanullah Han

9 Ocak 2013 Çarşamba

Evrenin Büyüklüğü ve Uzayda Nerdeyiz!

güzel bir video sunumu izlemenizi tavsiye ederim



8 Ocak 2013 Salı

İşte en beğenilen kişisel gelişim şiiri!


CAN YÜCEL'İN KALEMİNDEN...

Her Şey Sende Gizli...

                                                      Yerin seni çektiği kadar ağırsın, 
                                                          Kanatların çırpındığı kadar hafif.. 
                                                                Kalbinin attığı kadar canlısın, 
                                                                     Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...

               Sevdiklerin kadar iyisin,  
                    Nefret ettiklerin kadar kötü.. 
                       Ne renk olursa olsun kaşın gözün, 
                          Karşındakinin gördüğüdür rengin.

Yaşadıklarını kar sayma: 
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; 
ne kadar yaşarsan yaşa, 
Sevdiğin kadardır ömrün.. 

                                                     Gülebildiğin kadar mutlusun. 
                                                             Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin 
                                                                      Sakın bitti sanma her şeyi, 
                                                                            Sevdiğin kadar sevileceksin. 

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer 
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın. 
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer; 
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. 

                                                       Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret, 
                                                        Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın. 
                                                                Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın, 
                                                                     Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. 

Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın 
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. 
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. 
İşte budur hayat! 

                                                    İşte budur yaşamak, 
                                                       Bunu hatırladığın kadar yaşarsın 
                                                          Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün 
                                                              Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun 

Çiçek sulandığı kadar güzeldir, 
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli, 
Bebek ağladığı kadar bebektir. 
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin, 
bunu da öğren, 

Sevdiğin kadar sevilirsin.  

BİZ NELERİ UNUTMADIK Kİ ?



Birinci Dünya Savaşı'nda
İngilizlere,
150 bin askerimiz esir düştü.
Bu askerlerden bir kısmı da Mısır'ın
İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na 
Hapsedildi. 

********

Kampın tam adı,
'Seydibeşir Kuveysna Osmani Useray-I Harbiye Kampı' idi. 
Bu kampta,
 1918'de
 Filistin Cephesinde esir düşen 16. Tümen'in 48. Alayı'na bağlı
 Osmanlı Askerleri
 Tutuluyordu.

********

12 Haziran 1920'ye kadar
 Iki yıl boyunca
 Her türlü işkence, eziyet, ağır hakaretler ve aşağılamaya maruz kaldılar.

********

İnsanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi…

********

Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların
 Yalan yanlış çevirileri ve
 kışkırtmaları nedeniyle,
 kampların İngiliz komutanları,
 azılı Türk Düşmanı haline
 gelmişlerdi.

********

Savaş bitmişti.
Ancak,
 Kamptaki ağır koşullar nedeniyle
 ölenler dışındaki askerleri
 Teslim etmek, 
İngilizlerin işine
 Gelmiyordu.
Çünkü, 
olası yeni bir savaşta,
 Bu askerlerin 
Yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, 
İngilizlerin beyinlerine işlenmişti.

********

Çözüm
 Toplu katliamdı…
Askerlerimiz,
 Mikrop kırma bahanesiyle, 
süngü zoruyla
 Dezenfekte havuzlarına sokuldu.
Ancak;
Suya normalin çok üzerinde 
'krizol' maddesi 
katılmıştı..
Mehmetçik, 
Suya daha ayağını soktuğunda, 
aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu.
Ancak,
 İngiliz Askerleri,
 dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı.

Mehmetçikler, 
Bellerine kadar gelen suya başlarını sokmak istemediler.
Ancak, 
Bu kez İngilizler havaya
 (başlarının üzerine)
ateş etmeye başladı.
Askerlerimiz,
 ölmemek için,
 çömelerek  başlarını suya soktular.
Ancak, 
başını Sudan kaldıran artık göremiyordu. 
Çünkü gözleri yanmıştı…

********

Dışarı çıkanların halini gören 
sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi 
Ve 15 000 (15 bin) askerimiz
 kör oldu.
Bu vahşet, 
25 Mayıs 1921 tarihinde 
TBMM.' de  görüşüldü.
Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler
 Bir önerge vererek, 
Mısır'da esirlerin
 Krizol banyosuna sokularak, 
15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini,
 Bunun faili  olan
 İngiliz doktor,
 Garnizon Komutanı ve 
Askerlerin 
cezalandırılması için, 
TBMM' nin teşebbüse geçmesini istediler.

********

Ancak, 
Yeni kurulan devletin bin türlü derdi vardı.
Ağır sorunlarla uğraşan TBMM' de
 Bu hesap sorma işi 
Unutuldu gitti.
Ama onlar 
Unutmuyorlar…


Kendi ihanetlerini bile
 soykırım ambalajına sarıp, 
dünya kamuoyuna 
Sunuyorlar.


En üzücü olanı da
 Malum birilerinin, 
Bu karalama kampanyalarına 
çanak tutması…

********

ERMELİLER SOYKIRIM YAPILDI DİYE DÜNYAYI AYAĞA KALDIRIYOR.
BİZİM
 TARİHİMİZDEN HABERİMİZ YOK.!!!


Not:
EĞER ŞEHİTLERİMİZE SAYGINIZ VARSA;
3 dakikanızı almaz
 Bu yazıyı yayabildiğiz kadar yayın.


iyi bir yapım izleyin vaktiniz varsa
GELİBOLU



DÜŞÜNDÜKÇE BÜYÜRSÜN!

birlikte okuyalım mı ?

İnsanlar düşündükleri kadar vardırlar!

İnsanlar sadece çözebilecekleri meseleleri kendilerine 'mesele' ederler.

İnsanlar ancak bildikleri kelime sayısı kadar düşünebilirler!

Küçük insanlar yalnız gördüklerini 'var' zannederler.

Küçük insanlar kendilerini dünyanın merkezi sanırlar.


Yukarıda sıraladığım cümleler ile tarttığımda, maalesef 'normal yurdum insanı' hakkında iyi duygular taşıyamıyorum.
Türk insanına inatla düşünme melekesi kazandırılmıyor, o da düşün(e)memenin muazzam cazibesine kapılmış gidiyor.
İnsan fıtratında tembellik var. İnsan zordan kaçar. Düşünmek/analiz yapmak dünyanın en zor işlerinden birisidir. Türk insanı bu külfetin sırtından alınmasından çok mutlu oluyor.

Birileri onun için düşünür veya düşünürmüş gibi yaparsa, o sadece memnun olur.
Bakın gazetelere; bu kadar bol köşe yazarı ancak bizim gibi ülkelerin gazetelerinde boy gösteriyor. Neden bizde bu kadar çok köşe yazarı var?
Düşünce dünyası zengin insan çokluğundan mı?
Katiyen!
Bizde okur, gazeteden sadece haber satın almıyor, yanında düşünce de satın alıyor! 
Okurun 'paketlenmiş düşünce' talebi çok yüksek olduğu için gazetelerimizden çok sayıda köşe yazarı istihdam etmesi bekleniyor.

Peki onların hepsi 'düşünce' mi üretiyor? Cevap yine net: Hayır!
Bir kısmı düşünce üretirmiş gibi yapıyor, onlar da tıpkı 'normal yurdum insanı' gibi kendi meselelerini 'kamusal mesele' gibi yutturmaya çalışıyorlar. 
Zaten adı üzerinde; artık onlara 'köşe yazarı' deniyor: 

Gazetede bir köşede yazı yazan adam! 
Bu insanlar eskiden 'fikir yazısı' yazar, her biri 'mütefekkir' sıfatını kazanmak için mücadele verirlerdi.

Milletler layık oldukları idarelere kavuşurlar! 

Bu özdeyiş çerçevesinde Türk insanı her ne seviyede düşünüyor ise, onu yöneten siyasinin de o seviyede düşündüğünü varsaymak yanlış olmaz.
Bakın Türkiye'yi yönetenlere: Kayıkçı kavgası yapmayı hüner sayıyorlar. Zira, biliyorlar ki yutturuyorlar!
Dönün üniversitelere bakın. Bu ülkede kaç adet üniversal seviyede - adı üzerinde üniversite! - bilim adamı var?
Birbirlerine ünvan dağıtarak çoğalan profesörler, doçentler gerçekten bilim adamları mı, yoksa olsa olsa sadece kitapta okuduğunu nakil edenler mi?

Düşünmeyen üretemez, üretmeyen kaliteli yaşayamaz!
Biz bunun da çaresini bulmuşuz. Madem düşünmüyor, o halde üretmiyoruz; birilerinin bizim adımıza düşündüğü kadar, üretmesini de istiyoruz.
Bu işi de adına devlet dediğimiz aygıt yapıyor!
Bizim kadar rahat beleşe yatan, beleşi bu kadar kolay kendi hakkı addeden kaç adet toplum var? 
Devletin rant yaratma kapasitesini beleşe çevirmeyi beceren ülke sayısı dünyada her geçen gün azalıyor ama biz hala devlete kapılanmayı hüner sayıyoruz!

Türkiye'de kime sorsan 'milliyetçidir'!
Kimi kendine 'Türkçü' der, kimi 'ulusalcı', kimi 'ergenekoncu'!
Kimi solcu milliyetçidir, kimi sağcı milliyetçi!
Bunlar 'vatan elden gidiyor' diye bağırmaya bayılırlar.
Ama bunlar arasında 'neden üretemiyoruz', 'neden bizim ülkemizde mütefekkir yetişmiyor?', diye hayıflananı hemen hiç yoktur.
Varsa da ben rastlamadım!
Bugüne dek ülkenin ekonomik rakamlarını diğer ülkelerin ekonomik göstergeleri ile mukayese edip, milliyetçilik adına bu durumdan utandığını beyan eden bir adet 'milliyetçi' veya 'ulusalcı'ya bugüne dek rast gelmedim.
Siz rast geldiniz mi?
Düşünmeyi bilmeyen, analiz yapamayan, kendi farkını fark edemeyen, şahsi tercihleri gelişmemiş, güruhun parçası olmayı hüner sayan insanların çoğunluk oluşturduğu bir ülkede tartışılan konular beni zaman zaman çok sıkıyor.
Bu yazıyı canımın fena halde sıkıldığı bir günde yazdım! 

Sıkıldığımız zaman 'efkar dağıtmak' isteriz!
Efkar ne? Fikirler!
Türk insanına çok fikir fazla gelir, hemen o fikirleri dağıtmak, başından atmak ister!
Hadi bana eyvallah! Sıkıldım, gidip biraz 'efkar dağıtayım...'

Yazan : Cüneyt Ülsever

7 Ocak 2013 Pazartesi

ALTIN KURALLAR...


vardır hepimizin bir altın kuralı ve kaliteli olanlar hayatınızı gerçekten altına dönüştüre bilirler
buyurun birlikte okuyalım...

1-Ucuz araba kullan ama, alabileceğin en güzel evi al.

2-Her zaman ve her ortamda anlatabileceğin üç fıkra öğren.

3-Sevinçlerini sakın erteleme.

4-Eşini çok iyi seç. Çünkü bu seçim mutluluğunun veya bedbahtlığını %90’ını oluşturur.

5-Hergün 30 dakika yürüyüş yap.

6-Her yemekten sonra şükret.

7-Bir arkadaşına sırrını açıklamadan önce iki kere düşün.

8-maaş çekini imzalayan kişileri asla eleştirme.

9-Kaybedecek şeyi olmayan insanlardan kork.

10-Gözünün önünde hep güzel şeyler bulundur.

11-Çocukların, gelenek sözcüğünü duyduklarında seni hatırlayacak şekilde yaşa.

12-Dinine ait kitabı tam anlamıyla okumak için kendine bir yıl süre tanı.

13-Biri seni kucakladığında ilk bırakan sen olma.

14-Hergün 6 bardak su içmeyi unutma..

15-seni seven insanları koru..

16-Zor da olsa ailenle tatil yapmak için her şeyi dene. Bu tatildeki anılar, hayatındaki en değerli anılardan biri olacak.

17-Kendine yapılmasını istemediğin hiçbirşeyi başkalarına yapma.

18-Başarıya, iç huzura kavuştuğun, sağlıklı olduğun ve sevildiğin zamanı değerlendir.

19-İyi ve başarılı bir evliliğin iki şeye bağlı olduğunu unutma:
a) Doğru insanı bulmak
b) Doğru insan olmak.

20-Ebeveynlerini, eşini ve çocuklarını eleştirmek istediğin zaman dilini ısır.

21-Evliliğini güzelleştirmek için hergün bir şeyler yap.

22-iyilik dolu bir sözü ve iyiliğin etkisini asla küçümseme.

SON SÖZ..
Hayatınızdaki kötü olayları düşünerek vakit kaybetmeyin; Yoksa güzellikleri görmekte gecikebilirsiniz ...


Abraham Lincoln tarafından oğlunun öğretmenine yazılmış mektup


Öğret O'na
Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen O'na,
Kazanılanılan bir liranın, bulunan beş liradan daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğret O'na ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.

Kıskançlıktan uzaklara yönelt O'nu. Eğer yapabilirsen.
Sessiz kahkahaların gizemini öğret O'na.

Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...

Eğer yapabilirsen, O'na kitapların mucizelerini öğret.

Fakat O'na sessiz zamanlarda tanı,
Gökyüzündeki kuşların, güneşin altındaki arıların ve yemyeşil yamaçtaki
çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği..

Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret O'na...

O'na kendi fikirlerine inanmasını öğret.
Herkes O'na yanlış olduğunu söylediğinde dahi...

Tüm insanları dinlemesini öğret O'na,
Fakat tüm söylediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini,
Ve sadece iyi olanları almasını da öğret.

Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret O'na...

Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

O'na kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını,
Fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.

Uğultulu bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret O'na.
Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa, dimdik dikilip savaşmasını öğret.

Beğenmişsinizdir umarım ben hayli çook beğendim :)